İrem, Ankara’dan İstanbul’a yeni hızyuvarı teknolojisi sayesinde yarım saatte varmıştı. Üniversiteyi kazanınca Ankara’ya taşınmak zorunda kalmamıştı; iki şehirde de canının istediği gibi gezebiliyor, akşam eve varması zor olmuyordu.Eve vardığında aklında tek bir şey vardı: ‘Kuantum Medyum’dan geleceğini öğrenmek. Bunun için babasının aldığı yeni bilgisayarı kullanması gerekiyordu. Bugünlerde bu konuya kafayı takmıştı; babası bunu duyduğu andan beri ona çok sinirliydi, bu programı bir şarlatanlık olarak görüyordu. Bir noktada da haklıydı; teknoloji henüz geleceği görecek kadar gelişmemişti.İrem, babasından çizimini inceleyeceği bahanesiyle bilgisayarını aldı. İki katlı camı andıran bilgisayarı açtı ve başlat düğmesine bastığında klavye ve ekran ince mavi lazer ışık çizgileriyle belirdi. Üç boyutlu incelemeye imkân tanıyan teknoloji sayesinde derste çizdiği modelle hocanın gönderdiği örnek modeli eliyle ekrandan hafifçe dışarı doğru çekerek şeffaf klavyenin üzerinde yan yana koyup karşılaştırdı; derinliği vermeye çalışırken pek çok hatalı çizgi atmıştı. İki boyutlu çizimde bir kaçış noktası bulup çizmek kolayken üç boyutlu çizimde sorun yaşıyordu. Elinin tersiyle görüntüleri sildikten sonra babasının uzaklaştığını görünce ondan gizlice yükleyip derinlere gömdüğü medyum programını açtı. “Kuantum Medyum” doğum günü, isim soy isim vb. temel bilgilerini girdikten sonra karşıdakine sorular soruyor ve bilgisayarın kuantum işlemcisi sayesinde yaptığı hızlı olasılık hesaplamalarının sonuçlarını sanki bir medyumluk becerisi gibi sunuyordu. Soruları cevaplarken annesi çıkageldi.“İrem, sen n’apıyorsun?”“Ders çalışıyorum anne.”“Öyle mi? Bana hiç de öyle gelmedi. O saçma medyumluk uygulamasını açmadın umarım.”“Öyle yaptım. Babama söyleme lütfen!”“Tamam, söylemem. Ama bunun safsata olduğunu biliyorsun, değil mi?”“Biliyorum anne. Eğleniyorum.”“Tamam, işin bitince yemeğe gel, kardeşin de döndü okuldan, beraber yemek yiyelim.”İrem birkaç soru daha cevapladıktan sonra aldığı cevaptan tatmin olmamış bir şekilde bilgisayarı kapattı ve babasının masasına geri koydu. İnsanın kaderine hükmedip hükmedemeyeceğini düşündü. Beynimizin tüm olasılıkları hesaplayıp bize net, yazılı bir döküm olmasa da “hisler” anlamında geleceği görme yetisine sahip olduğuna inandı bir an. Bu düşüncesi ellerini yıkamak için girdiği tuvaletin ışıklarını yaktığı gibi buharlaşıp yok oldu. Masaya gittiğinde şımarık kardeşini orada gördüğü için çok da mutlu değildi.Merve, güneş enerjisine yoğunlaşan özel bir enerji şirketinde çalışıyordu. Şirket olarak hedefleri karbon salınım oranı yüksek olan enerji kaynaklarının karşısında pazar paylarını genişleterek büyümek ve dünyayı biraz daha olsa yaşanır bir yer kılmaktı. Onun içinde bulunduğu araştırma ekibiyse bitkilerin kloroformlarla soğurduğu enerjinin benzeri bir dolaşıklığı kuantum sayesinde panellerde sağlamayı amaçlıyordu; böylece güneş enerjisinden çok daha verimli yararlanılabilecekti. İşiyle gurur duyuyordu.Eşiyle beraber hazırladığı sofraya en son gelen İrem olmuştu. Yüzünde yine o somurtuk ifade vardı; dünyanın kendisinin etrafında döndüğünü düşündüğü yaştaydı. Babası elindeki kitabı indirip ona bir bakış attıktan sonra ağzını açtı.“Ne yaptığını biliyorum İrem. Bilgisayara o programı indirmişsin.”“Özür dilerim baba, merakıma yenik düştüm. Sileceğim zaten, saçma bir program.”“Şunun farkında mısın sadece merak ediyorum…”Babasının onu çok kötü azarlayacağını düşündüğü için sandalyesine oturmadan ayakta öylece durdu ve yutkundu.“O program da bir gözlemci olarak senin geleceğine dahil olduğu an onu değiştiriyor olabilir; kesin katı bir gelecekten bahsedemeyeceğimiz için onu tahmin etmekte de her zaman bir adım geride olacağız. Bunu aklından çıkarma.”Azar yemediği için rahatlamış bir şekilde yerine oturdu. Erkek kardeşi masaya koyduğu tablette bir oyun oynuyordu; taktığı oyun gözlüğüyle arabayı sanki o sürüyor ve bir eliyle vites değiştirip gazlarken diğeriyle debriyajla frene basıyordu. Ekrandakileri sadece o görebiliyordu. Ablası gözlüğünü çıkardığında ona bağırdı ve onu annesine şikâyet etti. Annesi de “Ablan haklı oğlum, yemek yiyeceğiz. Hadi koy bir kenara.” dedikten sonra sofraya oturdu. Hep birlikte yemeklerini yerlerken babaları Erkan ağız şapırtısından rahatsız oldu ve sesi bastırması için televizyonu açmak istedi. Kumandayı bulamayınca yemeğini yemeyip onunla oynayan oğlunu TV’yi açması için yolladı. Duvara yapışık ince şeffaf televizyon açık değilken Erkan’ın en çok sevdiği ressamlardan biri olan Kandinsky’nin “Çemberin Çevresinde” isimli tablosu ekranda duvarı süslüyordu. Emre televizyonun düğmesine bastığı anda tablo piksellerine ayrılarak yok oldu ve yerini televizyon kanalına bıraktı. Ekranda reklamlar dönüyordu. Bu reklamlardan biri de Emre’nin gitmek için önce babasına, sonra annesine, sonra da ablasına ısrar ettiği bir bilimkurgu animasyon filmdi.Fragman başladığında Emre ellerini ekranın önünde sürgü bir pencereyi aralıyormuş gibi iki yana açarak ekranı genişlettiğinde salondaki ışık da bir anda loşlaştı. Filmdeki yıldızlar salonun dört bir yanına yayıldı. Kırmızı bir uzay gemisi İrem’in kulağının arkasından Emre’nin önünde bir top gibi beliren gezegene doğru gitti. Gezegenin yörüngesine vardığında anlatıcı sesi duyuldu: “Bir zamanlar… (geriye sarma sesi)…” Görüntü geriye doğru gitti. “Bir zamanlar… bir zaman yoktu. ”Gemi gezegene tekrar yanaştı. Bu sefer görüntü Dünya’ya benzer mavi bir gezegenin atmosferine doğru inerken salon mavinin tonlarına büründü. “Çok da uzak olmayan bir galakside, Dünya’mıza benzer bir gezegende zamansız varlıklar zamanlıların arasında dolaşırlardı.” Fragman, insana benzer şeffaf derili uzaylıların arasında zeki başka yaratıkların da olduğu karakterlerin tanıtımıyla devam etti. Şeffaf derili canlılar zamansızlardır; onlar, istediklerini zaman aralığına istedikleri an gidip geri gelebilirler. Fakat bunu her zaman yapamazlar; çünkü geriye dönüp bugüne geldiklerinde başka şeylerin de değiştiğini görürler. Animasyon da bunun üzerine kurulu bir komediydi; yan karakterlerden ‘Yolunmuş Tavuk’ lakaplı Anzu wyliei türü dinozor zamana yaptıkları müdahalenin sonucu bir sahnede memeli bir hayvana dönüşüyor, diğerinde amfibik bir tür oluyor, birinde de en çok istediği uçma yeteneğine kavuşuyordu. ‘Yapay Ahmak’ lakaplı yapay zekâ karakterse en başta şeffaflara benzeyen biyonik bir varlıkken zaman yolculukları sonucu bir depo büyüklüğünde bilgisayar ağına dönüştüğünde eski bir bilgisayar ekranında ‘İmdat!’ yazısını belirtmesi her bir harf için iki saniyeden on saniyesini almıştı. Bu karakterlerin dışında gezegeninin başını belaya soktukları kedi prens ‘Beyaz Kuyruk’ ve biolüminesans bir deniz canlısı olan kendi iddiasıyla üç kollu ve üç bacaklı, arkadaşlarına göreyse altı hortumlu bir tür ahtapot olan ‘Bilge Aktopaç” da zamanın değişimiyle birlikte çeşitli kılıklara giriyordu: Aktopaç akvaryumunu içindeki kolları hareket ettirerek yönlendiriyordu, Beyaz Kuyruk’sa küçük sevimli, korkak bir kediye dönüşmüştü. Fragman bittiğinde Emre’nin ağzı bir karış açık kalmıştı.Emre: “Baba! N’olursun gidelim, çok güzel bir film!”Erkan: “Bakarız.”Işıklar geri geldiğinde yemeklerine geri döndüler. Ekranda çölde bir deve, burnuyla bir bilgisayarı açarken reklam şunu bağırıyordu: “D-Dalga bilgisayarlarla eski bilgisayarınız devede kulak!” Deve ekrana yandan boş bir bakış attığında kamera kulağına hızlı bir şekilde girip kuantum devre akımlarını temsil eden siyah, mavi ve beyaz ışın çizgilerin ortasından uçarak diğer kulağından çıktığında Erkan’ın yeni aldığı bilgisayarı çölün ortasında havada açıp kapandı, ekran tarafı gökyüzüne, klavye çöle gelecek şekilde durduğunda cihazın özellikleri hızlıca geçti ve reklam bitti.Sofrayı hep beraber kaldırdıktan sonra Erkan her zamanki köşesine geçip kitap okumak için ayaklı lambasını yaktı. Okuduğu kitabın ismi “Teleportasyon”du; kitap 2030’lu yılların başında çıkmış ve kısa sürede klasik bir eser haline gelmişti; çağın yalnızlığını başarıyla aktaran eserde ışınlanmanın bulunduğu bir gelecekte her ışınlanma işlemi sonrasında kendinden bir şeyler yitiren; ama bunu işi için yapmak zorunda olan bir uzay araştırmacısının hikâyesi anlatılıyordu. Her bir ışınlanmadan sonra hafızasından parçalar yok olup gidiyor ve en sonunda somut olarak da boş bir beyaz sayfa olarak kalıyordu. Çağın insanı da yeni teknolojilerle git gide hızlanan hayatın içinde her geçen gün böyle silinip gidiyormuş gibi hissediyordu. Erkan gözlüğünü takıp kitabın birkaç satırına göz attı: “Kimsenin yer almadığı bir çağda, mekânsız, tekinsiz bir zamanda insanlığın bugüne kadar tespit edemediği uzaklıklara gidiyordum; tek başıma olmadığım yanılgısıyla uzayda zeki yaşam biçimleri arıyordum. Hâlbuki her bir adımımda ben de ortadan siliniyordum. Uçsuz bucaksız enginlikleri keşfediyor ve elde ettiğim verileri unutmamak için kaydediyordum; peki ya kaydetmeyi unuttuğum gün ne olacaktı? Programım bitecek ve bu derin uzay araştırması son mu bulacaktı?”Emre’nin babasını rahatsız etmesi uzun sürmedi: “Baba, n’olursun filme gidelim!” Babası indirdiği gözlüklerin ardından kızına ve eşine baktı, onlar da bu sorumluluktan kaçmak için ortadan yok olunca oğlunun isteğini kabul etti. “Tamam, hadi hazırlan, gidiyoruz.”“Oley!”QTurkey'in düzenlediği "2040 Yılında Kuantum Teknolojiler Hayatımızı Nasıl Etkileyecek?” isimli Kuantum Bilim Kurgu Hikaye yarışmasında ilk beşe girmiştir.Yarışma detaylarını ve sonuç kitapçığına QTurkey sayfasından ulaşabilirsiniz. Hikaye yarışması ve QTurkey ile ilgili Zeki Can Seskir ile yaptığımız röportajı BURADAN okuyabilirsiniz.