Dünya nüfusunun kontrolsüz bir şekilde artacağına dair yaygın inanç, bilimsel verilerle sorgulanıyor. Yeni yapılan bir araştırma 2100 yılına kadar küresel doğurganlık oranlarındaki dramatik düşüşlerin, dünya nüfus yapısını kökten değiştireceğini ve birçok ülkenin nüfus sürdürülebilirliği konusunda ciddi sorunlar yaşayacağını ortaya koydu.
Bu kapsamlı araştırma, The Lancet adlı prestijli tıp dergisinde yayımlandı ve dünya genelinde doğurganlık oranlarının nasıl şekilleneceğine dair önemli veriler sundu. Araştırma, dünya çapında ekonomik, sosyal ve demografik dönüşümlere işaret ederek hükümetlerin ve toplumların hızla değişen bu tabloya karşı hazırlıklı olması gerektiğini belirtiyor.
Doğurganlık Tahminleri: Geleceğe Dair Modeller ve Toplanan Veriler
Araştırma doğurganlık tahminlerini yapmak için güncellenmiş bir modelleme çerçevesi kullandı. Bu yeni yöntem, önceki çalışmaların üzerine eklemeler yaparak, tahminlerin doğruluğunu artırmayı amaçladı. Araştırmada, kadınların eğitim düzeyi ve doğum kontrolüne olan talebin yanı sıra, 5 yaş altı ölüm oranları ve yaşanabilir alanlardaki nüfus yoğunluğu gibi ek faktörler de dikkate alındı. Böylece farklı ülkelerdeki doğurganlık oranlarında görülen değişkenlik daha iyi bir şekilde analiz edilebildi. Doğurganlık tahminleri, Toplam Doğurganlık Oranı yerine, daha stabil ve güvenilir sonuçlar sağlayan CCF50 (Coğrafi Doğurganlık Oranı) kullanılarak yapıldı. CCF50, doğum grupları üzerinden yapılan tahminlerle daha doğru sonuçlar verdiği için bu yöntem tercih edildi. 1945 ile 1972 arasındaki doğum gruplarına dair geçmiş veriler kullanılarak, 2085 yılına kadar olan doğurganlık oranları öngörüldü. Ardından, her yaş aralığı için doğurganlık oranları hesaplanarak daha detaylı bir tahmin yapılmış oldu.
Bu kapsamlı araştırma için, araştırmacılar dünya çapında doğurganlık verilerini toplayarak analiz etti. Özellikle, doğum oranları, annelerin yaşlarına göre raporlanan doğum verilerinden elde edildi. Yüksek gelirli ülkelerde, bu veriler genellikle yüksek kaliteli nüfus kayıt sistemlerinden temin edildi. Ancak düşük gelirli ülkelerde, doğum kayıtları eksik veya zamanında kaydedilememişti. Bu tür durumlarda, araştırmacılar, halk sağlığı anketlerinden ve nüfus sayımlarından elde edilen doğum tarihçelerini kullandılar.
Vital kayıt verileri kullanılarak doğurganlık oranları, gözlemlenen doğum sayılarının nüfus tahminlerine bölünmesiyle hesaplandı. Ayrıca, mikro veri ve örnekleme ağırlıkları kullanılarak yaşa dayalı doğurganlık oranları (ASFR) ve toplam çocuk sayısı verileri oluşturuldu. Verilerin toplanma ve işlenme süreci, araştırma ekibi tarafından ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır ve veri toplama metodolojisi hakkında daha fazla bilgiye ekli bölümde yer verilmektedir. Bu veriler, araştırmanın doğruluğunu ve kapsamını artırarak, sonuçların güvenilirliğini sağladı.
2050'de Ülkelerin Büyük Çoğunluğu Doğurganlık Krizi Yaşayacak
Araştırmaya göre 2050 yılından sonra 204 ülkenin 155’i, nüfuslarını sürdürebilecek seviyede doğurganlık oranına sahip olmayacak. 2100 yılına gelindiğinde ise bu oran, dünya genelindeki ülkelerin %97’sine ulaşacak (198 ülke). Bu demek oluyor ki, dünya çapında birçok ülke, yaşlanan nüfus ve azalan iş gücüyle karşı karşıya kalacak.
Düşük Gelirli Bölgelerde Doğum Oranları Artarken, Yüksek Gelirli Ülkeler Gerileyecek
Araştırma, doğurganlık oranlarındaki düşüşlerin tüm dünyayı eşit şekilde etkilemeyeceğini de gösteriyor. 2021’de dünya çapındaki canlı doğumların yalnızca %18’i düşük gelirli bölgelerde gerçekleşirken, 2100 yılına kadar bu oran %35’e yükselecek. Özellikle Sahra Altı Afrika, bu artışın merkezi olacak. 2100 itibarıyla, dünya üzerinde doğan her iki çocuktan biri bu bölgede dünyaya gelecek.
Bu durum, düşük gelirli ülkeler için ekonomik ve sosyal fırsatlar doğurabileceği gibi, nüfus baskısına bağlı sorunları da beraberinde getirebilir. Öte yandan yüksek gelirli ülkelerde doğum oranlarının düşmesi, nüfusun hızla yaşlanmasına ve ekonomik büyümenin durma noktasına gelmesine neden olacak.
Demografik Bölünmüşlük ve Çözüm Önerileri
Araştırmayı yürüten bilim insanları, doğurganlık oranlarındaki bu dramatik değişimlerin, düşük gelirli ve yüksek gelirli ülkeler arasında derin bir demografik bölünme yaratacağını vurguluyor. Araştırmanın başyazarı Schumacher, bu durumun ulusal hükümetler tarafından dikkatle ele alınması gerektiğini belirterek, “Bu demografik bölünme, doğurganlık oranlarını bazı bölgelerde artırmak, bazı bölgelerde ise azaltmak için güvenli ve etkili politikalar uygulanmasını zorunlu kılıyor. Zaman çok önemli; çünkü nüfus artışını yönetmek için atılacak adımların etkileri ancak 2050’den sonra hissedilecek,” dedi.
Düşük Gelirli Bölgelerde Nüfus Artışını Yavaşlatmak
Araştırma, yüksek doğurganlık oranlarına sahip düşük gelirli ülkelerde modern doğum kontrol yöntemlerine erişimin hızlandırılması ve kadınların eğitim olanaklarının artırılmasının, doğurganlık oranlarını düşürmek için kritik öneme sahip olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, Sahra Altı Afrika’da, Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SKH) çerçevesinde kadınların evrensel eğitim olanaklarına erişimi veya modern doğum kontrol yöntemlerindeki eksikliklerin giderilmesi, 2050 yılı itibarıyla kadın başına doğum oranını 2.7’den 2.3’e düşürebilir. Bu, yalnızca demografik baskıyı azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda ekonomik kalkınmaya da katkıda bulunacak.
Yüksek Gelirli Ülkelerde Nüfus Kaybını Durdurmak
Yüksek gelirli ülkelerde ise durum tam tersi bir tablo sergiliyor. Bu ülkelerdeki düşük doğurganlık oranları, nüfusun azalmasına ve ekonomik büyümenin yavaşlamasına yol açabilir. Araştırmacılar, bu bölgelerde ebeveynleri destekleyen sosyal politikalar (örneğin doğum izinleri, çocuk bakımı desteği) ve göçmenlik politikalarının daha açık hale getirilmesinin, nüfus düşüşünü dengelemenin en etkili yolları olacağını belirtiyor.
Düşük Doğurganlığın Etkileri
Sürekli düşük doğurganlık oranları, ülkelerin nüfus yapılarında büyük değişimlere yol açacak. Sahra Altı Afrika dışındaki hemen hemen tüm ülkelerde nüfus yaşlanacak ve genç nüfus oranı azalacak. Bu değişim, ekonomiler üzerinde ciddi baskılar yaratacak:
- Yaşlı Bağımlılık Oranı: Çalışma çağındaki nüfusa kıyasla yaşlı nüfus oranı artacak. Bu, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri gibi sistemler üzerinde büyük bir yük oluşturacak.
- Azalan İşgücü: Çalışabilir yaştaki nüfusun azalması, ekonomik büyümeyi yavaşlatacak ve sosyal güvenlik programlarına ayrılan fonların azalmasına neden olacak.
- Çevresel ve Sosyal Etkiler: Nüfusun yaşlanması ve azalması, tarım, gıda güvenliği ve çevresel sürdürülebilirlik gibi alanlarda yeni sorunları da beraberinde getirecek.
- Çözüm Önerileri: Demografik Bölünme Nasıl Yönetilir?
Araştırmacılar, doğurganlık oranlarındaki bu değişimlerin etkili bir şekilde yönetilmesi için küresel çapta önlemler alınması gerektiğini belirtiyor. Özellikle doğurganlık oranlarının yüksek olduğu bölgelerde modern doğum kontrol yöntemlerine erişimin artırılması ve kadınların eğitim seviyesinin yükseltilmesi kritik rol oynayacak.
Bir örnek olarak, Sahra Altı Afrika’da 2030’a kadar Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılması (kadınların eğitim seviyesinin artırılması veya modern doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması), 2050 yılı itibarıyla doğurganlık oranını kadın başına 2,7’den 2,3’e düşürebilir.
Öte yandan düşük doğurganlık oranlarına sahip yüksek gelirli ülkelerde nüfusu dengede tutmak için şu politikalar öneriliyor:
- Göçmen Kabulü: Açık ve destekleyici göç politikalarıyla azalan iş gücü ve nüfus dengelenebilir.
- Aile Destek Programları: Çalışan ebeveynlere yönelik teşvikler ve sosyal yardımlar doğum oranlarını artırabilir.
Geleceğe Yönelik Önemli Uyarılar
Araştırmanın başyazarlarından Dr. Schumacher, bu değişimlere yönelik önlemlerin hızla alınması gerektiğini vurguladı:
“Demografik bölünme, ülkelerin geleceğini şekillendirecek. Doğurganlığı artırmak veya düşürmek için uygulanacak politikaların etkisi ancak 2050’den sonra hissedilecek. Bu nedenle, harekete geçmek için zaman daralıyor.”
Hükümetler, hızla yaşlanan nüfusun sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki yükünü azaltmak için yenilikçi finansman modelleri geliştirmek zorunda kalacak. Ayrıca, çevresel sürdürülebilirlik ve gıda güvenliği gibi konuların da bu demografik değişimlerle doğrudan bağlantılı olduğu unutulmamalı.
Global fertility in 204 countries and territories, 1950–2021, with forecasts to 2100: a comprehensive demographic analysis for the Global Burden of Disease Study 2021
Bhattacharjee, Natalia V et al. The Lancet, Volume 403, Issue 10440, 2057 - 2099