Lüfer, efsanelere konu olan balık. Lezzetinden, büyüklüğünden, ulaşılabilir oluşundan ötürü neredeyse hepimiz bu balığı biliriz. Deniz biyoloğu, yazar, sualtı fotoğrafçısı ve yönetmen olan Mert Gökalp’in “Lüfer / Bluefish” belgeseli İstanbul, Ankara, İzmir, Yunanistan, Almanya gibi birçok noktadaki festivallerde gösterildi.
Mert Gökalp, lisans ve yükseklisans eğitimlerini sırasıyla ODTÜ Mühendislik Fakültesi, Miami Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji bölümünde tamamladı. Gökalp, şu anda, Hollanda’da Wageningen Üniversitesinde Deniz Biyolojisi'nde Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği alanında doktora yapmaktadır.
Lüfer belgeseli doğaseverlerin ilgisini çekiyor
Gökalp ile telefon görüşmesi yaparak balıkçılığın durumu ve “Lüfer” belgeseli hakkında konuştuk. Yurtiçi ve Avrupa’nın farklı noktalarında toplamda 12 festivalde belgeselinin gösterimi yapılan Gökalp, lüfere olan ilginin sebeplerinden, belgeselin çıkış noktasına kadar birçok bilgi verdi.
Lüfer neden önemli?
"Lüfer, en fazla aranan, oltacılar için avı en önemli olan, en lezzetli balıklardandır. Biyologlar için de oltacılar için de önemli bir balıktır. Lüferin pirana gibi saldırgan oluşu, büyük akıntılara karşı yüzebiliyor olması ve kendi boyundan büyük balıklara saldırması onu ilgi çekici kılar. Lüferler, korkusuz, avcı karakterli balıklardır. Ancak ekosistem olarak baktığımızda diğer balıklardan farklı bir yere sahip değildir."
Lüferin efsane olarak ifade edilmesinin sebebi nedir?
"Oltacıların, -eğer dikkatsizlerse- parmağını kopardığı yönünde olaylar oluyor. Büyük ihtimalle bundan ötürü efsaneleşmiş durumda. Hatta bazı efsaneler, sürü halindeki lüferlerin, yunuslara saldırıp onları kaçırdığı yönündedir. Tabi gerçekliği bilinmiyor, adı üstünde 'efsane'."
Lüferin Boğaz'daki, daha kapsamlı olarak Marmara'daki durumu nasıl?
"Lüfer, her yıl mayıstan hazirana kadar Karadeniz veya Marmara'da yumurtlar. Daha sonra ise kışa kadar güneye akar. Bu süreçte Akdeniz'e kadar yayılır. İlkbaharda tekrar kuzeye dönerek üremeye başlar. Lüferlerin sayıları bilinmiyor çünkü yeterli popülasyon araştırmaları yok. Genel olarak diğer deniz canlıları için de durum böyle, yani yeterince popülasyon araştırması yok. Avcılık verileri de doğru değil, balıkçıların verdiği rakamlar güven vermiyor. Balıkların satıldığı halde de kontrol yok. Ancak lüferin sayı olarak azaldığını avcılığın düşmesinden dolayı biliyoruz. Örneğin 1980'lerin sonuna doğru inanılmaz derecede lüfer yakalanırken (32 bin ton gibi), 2013'te 5 bine kadar inmişti. Balığın fiyatının da artmasından anlayabiliyoruz elbette. Sadece lüfer olarak da bakmayalım, kalkan, hamsi, levrek gibi diğer tüm ekonomik değere sahip canlılarda düşüş var. Bunun dışında yemediğimiz canlılarda da düşüş var."
Bu düşüşlerin sebebi sizce nedir?
"Trol gibi endüstriyel avcılık teknikleri deniz canlılarına büyük zarar veriyor. Bu tür endüstriyel sistemler, zemini kazdığı için ekosisteme zararlı. Avcılığın dışında birçok faktör var. Şehirleşme, yeterince arıtılmayan atıklar, fabrikaların toksit malzemeleri, gübre-tarım ilaçları bunlar da türlerin sayısını düşürüyor. Kıyıları dönüştürüyoruz örneğin, yer açabilmek için onların alanlarını işgal ediyoruz. Bu da bir etmendir."
Belgesele geçecek olursak, belgeselden sonra duyarlılık oldu mu?
"Belgeseli en fazla 5 bin kişi izleyebilmiştir. İzleyen insanlarda duyarlılık olmuştur. Ancak anaakım medya kanallarından ilgi olmadı. Televizyon kanallarında belgeselin gösterilmesi lazım ki anaakım medya izleyicisinin bakış açısı değişsin, politika belirleyiciler bir şeyler yapsın. Örneğin vatandaş illegal avlanmış balık almasın, balıkçı doğru şekilde avlansın. Bu belgesel gerçekleri anlattığı için yeterince ilgi duymadı."
Belgeseli çekmeye nasıl karar verdiniz? Fikir nereden geliyor?
"Ailecek deniz severiz. Kitap çalışması yapıyordum. O zamanlar lüfer kampanyaları vardı, Greenpeace'in ve birçok derneğin, topluluğun kampanyası. Dayım neden lüferin belgeselini yapmıyorsun dedi. Bu şekilde karar verdim lüferi çekmeye. Balıkları sadece yemeyi değil, sürdürülmesini de istiyoruz. Yaşam şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor. İklim değişikliği tüm dünyayı etkiliyor ve Türkiye bundan kaçamaz. Konu sadece lüfer değil ama biz lüfer üzerinden ilerledik."
Belgeselden bir kesit:
“Marmara ve Karadeniz bundan 12 bin sene önce birer göldü. Buzul devrinin ardından yükselen Karadeniz suları boğazlar aracılığıyla Akdeniz’e ulaştı. Üçüncü yüzyılda yaşamış Klikyalı Opyan’a göre Akdeniz tuz oranı yüksek bir denizdir ve biyolojik açıdan bir çöldür. Karadeniz ise tüm denizlerin en tatlısıdır. Nehirlerin beslediği yumuşak kumlu koylar balıkların beslenmesi için ideal kumlardır. Her sene baharda yumurtalı balıklar nesillerini devam ettirmek için Karadeniz’e göç ederler. Köpekbalığı ve kılıçbalığı gibi iri yırtıcıların bulunmaması rahatlığıyla da huzurla ürerler. Aristo ‘Hayvanların Tarihi’ adlı çalışmasında Karadeniz sularının yumurtadan yeni çıkmış nesiller üzerinde canlandırıcı bir etkisi olduğunu vurgular.”
Gökalp devamında ise lüfere ilişkin, balığı konu alan ilk yazardan, Marmara için önemine kadar birçok konuyu hikaye ediniyor:
“Boğaz’daki balık bolluğundan ilk bahseden yazar Homeros’tur. O dönemde balıkçılık Konstantinopol’ün doğal zenginliği ve gelir kaynağıydı. Palamut ve orkinos öyle önemliydi ki, bu iki balık kentin simgesi haline gelmişti... Kadıköy yakınlarında dipten yüzeye doğru suyun arasından parıldayan bir kaya vardır. Palamutlar bu kayayı karşılarında görünce ürkerler ve sürüler halinde Haliç’e yönelirler. Bahsi geçen beyaz kaya Kız Kulesi’dir. Bu dönemde balık o kadar boldur ki, kıyıdan elle yakalanabilir ve hatta Bizanslılar bastıkları paranın üzerine palamut ve orkinosların betimlemelerini koymuşlardır.”
Avlanan balık sayısının bilinmesi gerekiyor
Lüfer ve diğer balıkların sürdürülebilir olması için neler yapılmalıdır?
Mert Gökalp, balıkların geleceği için yapılması gerekenleri sıraladı. Gökalp’in belirlediği maddeleri, kendisinin izniyle yazarı olduğu Magma dergisinden aldık. Gökalp’in acil balıkçılık politikaları için yapılması gerekenlere ilişkin belirlediği maddeler;
-Balık hallerine ne kadar balık girip çıktığını kimse bilmiyor. Denizlerimizde balık stoğunun yıllar bazında şeffaf olması, herkes tarafından bilinmesi ve sıkıntılar karşısında hızlı çözümler alınması gerekir.
-Devlet İstatistik Kurumu’nun sağladığı verilere güvenemeyiz. Balıkçı, ceza korkusundan avladığı balık av boyunu ve miktarını ya bildirmiyor ya da yanlış ve eksik bildiriyor.
-Özellikle İstanbul Deniz Ürünleri Hali’nin acilen devlet tarafından düzenlenmesi gerekiyor. Tüm endüstriyel tekne reislerinin haldeki balık simsarlarına borcu var. Bu borç yüzünden ülkemizdeki endüstriyel filo, balığı düşüncesizce avlıyor.
-Endüstriyel filonun elindeki radar, sonar, eko-sounder gibi cihazlara sınırlandırmalar getirilmesi şart. Çünkü balığın bu cihazlardan kaçma şansı
yok.
-Endüstriyel filo azaltılırken geleneksel balıkçının korunması ve teşvik edilmesi gerekiyor. Günümüzde balıkçılar, balık olmadığı için avlamaya devam etmiyor. Binlerce yıldır gelişen akılla düzenlenmiş geleneksel balıkçılık / avcılık teknikleri seçici ve stoklara en az verecek şekilde düzenlenmiş tekniklerdir. Gelişmiş ülkeler kendi kıyıları için bu yöne doğru kaymakta.
-Mecliste endüstriyel balıkçılık lobisiyle ilişkisi içerisinde olan milletvekillerinin bu konudan uzaklaştırılması ve oy-rant ilişkisinin balıkçılıkla olan bağlantısının kesilmesi gerek.
-Bakanlıklarda konunun uzmanı olan insanların yer alması (aktivist, balıkçı, bilimci) ve bu insanların STK’lar, gazeteciler ve vatandaşlara birlikte düzenlemelerde söz sahibi olmaları gerekiyor. Bir denizcilik bakanlığının kurulması her açıdan acil ve gerekli!
-Bilimsel çalışmalar ile Dünya Gıda ve Tarım Örgütü raporlarının dikkate alınarak balıkçılık filomuzun ve avcılığın bilimsel temellere dayandırılması gerekiyor.
Endüstriyel balıkçılık türlere zarar veriyor
-1980 sonrası Mesut Yılmaz döneminde teşvikle artırılan endüstriyel balıkçılık filosunda, 10-50 metre arasında yaklaşık 20 bin balıkçı teknesi, 15-30 metre arasında 749, 30-50 metre arasında 265 ve 50 metre üzerinde 7 tekne var. Filonun acilen küçülmesi gerekiyor. Küçülme kaçınılmaz çünkü filo, avlayacak balık bulmakta uzun zamandır zorlanıyor.
-Boğazların ve adaların endüstriyel balıkçılık faaliyetlerine kapanması gerek. Göç sezonunda tüm filonun faaliyet göstermesi nedeniyle balığın alandan kurtulma şansı neredeyse hiç yok.
-Deniz koruma alanı sayısıyla tüm denizlere ve göllere oranla koruma alanı metrekaremiz oldukça az miktarda (yüzde 0-1 arasında). Bu alanların yerel halkın katılımıyla birlikte artırılması ve kademeli olarak çoğaltılması gerekiyor (yüzde 10-20). Deniz koruma alanı ve eko turizmin teşvik edilip beraber uygulanması için fırsatlar yaratılmalı.
-Balık av boyları, bilimsel veriler ve üreme boyları dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli.
-Devlet tarafından kurulan deniz koruma alanı park görevlisi (ranger), geleneksel balıkçı gönüllüsü şeklinde, tüm denizlerde ve göllerde koruma görevlilerine ihtiyaç var.
-Deniz zeminini tahrip edecek avcılığa, ışıkla avcılığa ve kaçak avcılığa göz yumulmaması gerekiyor. Devlet büyük bir hata yaparak geçen sene Marmara’da ışıkla avcılığa izin verdi. Geceleri tüm denizlerde lisanssız kaçak trol tekneleri avcılık yapıyor.
-Hobi balıkçısı, oltacı ve zıpkıncılar denetlenmeli ve kurallar yeniden düzenlenmeli.
-Kıyısal alanlar tahrip edilerek inşa edilen fabrika, termik santral, sanayi tesisleri, rezidans, yazlık ve kışlık ev... Tüm beton inşaat faaliyetler durdurulmalı ve bunlara izin verilmemeli. Bu alanlar deniz canlılarının korunma ve üreme alanı; değiştirmek ve dönüştürmek bu canlıları yok etmek demektir.
-Bilimsel yöntemlerle düzenlenmiş, sürdürülebilir entegre deniz ürünü yetiştiriciliğine ihtiyacımız var. Bu şekilde denizlerdeki avcılık baskısını indirgeyebiliriz.
Kaynak; Mert Gökalp
Magma Nisan 2019, sayfa 21-22