Bilim kadını, tarihten günümüze genelde görmezden gelinmiş olsa da bilimsel ilerlemede vazgeçilemez mihenk taşlarını döşemiştirlerdir. Bilimde kadın denilince akla Marie Curie ve çalışmaları gelir. Ancak Marie Curie'den önce de kadınlar bilim alanında varolmuşlardır. Çok farklı bilimsel alanda çok farklı coğrafyalardan bir çok kadın bilimle ilgilenmiş ve bu çalışmalarla tanınmıştır. Her alandan bilim kadını ve çalışmalarını sizler için derledik.

Bilim Kadını işte onlar:

Emilie du Chatelet (1706 – 1749)

Gabrielle-Emilie Le Tonnelier de Breteuil Fransız mahkemesinin protokol şefinin kızıydı. 1725'te Marquis du Chatelet ile evlendi. Bir sarayda yaşıyordu ve üç çocuğu vardı. Ancak 27 yaşındayken, matematiğe ciddi bir merak sardı ve bunu fizik takip etti. Bilime aşık olan filozof Voltaire’e duyduğu sevgi, bu ilgiyi yoğunlaştırdı.

Günlerinin her anında bilimsel ve duygusal iş birliği halindeydiler. Du Chatelet'in bilime en uzun süreli katkısı, bugün hala kullanılmakta olan Isaac Newton'un kitabı Principia'nın Fransızca çevirisidir. 43 yaşındayken genç bir askeri subaya aşık olmuş ve hamile kalmıştır. Bu bilim kadını çocuğunun doğumunda gelişen komplikasyonlar dolayısıyla hayatını kaybetmiştir.

 

Caroline Herschel (1750 – 1848)

Herschel, Almanya'da ailesinin yanında evin kölesi gibi bir hayat yaşıyordu (daha sonra kendisini "ailenin Cinderella'sı" olarak tanımlayacaktı). Ağabeyi William, 1772'de onu evinde çalıştırmak için İngiltere'ye getirdi. Oktagon Şapeli'nin org'u olan William'a eşlik ederek müzik sanatı üzerine hâkim olduktan sonra ağabeyi kariyerini değiştirerek astronomiyle ilgilenmeye başladı. Caroline de onu takip etti. Kardeşine gözlemlerinde ve teleskop yapımında yardımcı olmanın yanı sıra, Caroline, kendi başına, yeni bulutsular ve yıldız kümeleri keşfederek mükemmel bir gökbilimci oldu.

O bir kuyruklu yıldız keşfeden ve çalışmaları Royal Society tarafından yayınlanan ilk bilim kadını oldu. Ayrıca, bilimsel çalışmaları için para kazanan ilk İngiliz kadındır. 1822'de William'ın ölümünden sonra Caroline, Hanover’de emekli oldu. Orada astronomik çalışmalarına devam ederek, bulutsuların bir listesini hazırladı - Herschels'in çalışması, bilinen yıldız kümelerinin sayısını 100'den 2,500'e yükseltti. Kraliyet Astronomi Derneği'nden bir altın madalya kazandı. 1848'de 97 yaşındayken vefat etti.


Mary Anning (1799 – 1847)

1811'de Mary Anning'in erkek kardeşi, Mary’ye İngiltere’de Lyme Regis ailesinin evleri yakınındaki bir kayalıkta timsah iskeleti olduğunu düşündüğünü söyledi. 11 yaşındaki kız kardeşini bu iskeleti bulup çıkarması için görevlendirdi ve sonunda elde ettiği 1 kafatası ve 60 omurgayı 23£’e özel bir koleksiyoncuya sattı. Ancak bu bulgu bir timsah değil, latince ismi "Ichthyosaurus" olan "balık kertenkele" idi. Bir bilim kadını olan Anning'in kariyeri fosil avcısı olarak böylece başladı.

Ichthyosaur'lara ek olarak, pterodactyller, uzun boyunlu plesiosaur'lar ve daha nice fosiller bularak 140-200 milyon yıl öncesi deniz dünyasının aydınlatılmasına yardım etmiştir. Resmi eğitim görmemiş ve kendi kendine anatomi, jeoloji, paleontoloji ve bilimsel illüstrasyon öğrenmiştir.

Mary Anning'in hayatı Ammonite isimli filme de konu olmuştur. Paleontolojinin kurucusu kabul edilen Anning'in fosil avcılığı serüvenini anlatmıştır.

 

Mary Somerville (1780 – 1872)

İskoçya'dan 14 yaşındaki Mary Fairfax, bir kadın moda dergisindeki matematik sorusuna x ve y’lerle verdiği cevapla ilgi çekti. Bilim kadını olamanın zorluğuyla da yüzleşen Mary cebir ve matematik üzerine araştırmalar yaparak babasının bu tür çalışmalara karşı olan yaptırımlarına meydan okudu. Çalışmaları 1804 yılında bir Rus Deniz Kuvvetleri komutanına gönderildi, ancak kocasının ölümünden sonra Edinburgh'a geri döndü ve entelektüel çevrelere karıştı. Yazar Sir Walter Scott ve John Playfair gibi insanlarla bir araya geldi ve matematik ve fen alanlarındaki çalışmalarına yeniden başladı.

1812'de evlendiği bir sonraki kocası William Somerville de bu çabaları destekledi ve Londra'ya taşındıktan sonra Mary, gökbilimci John Herschel ve Charles Babbage'nin de bulunduğu kendi entelektüel grubuna ev sahipliği yaptı. Daha sonra Mary Somerville, manyetizma üzerine deneyler yapmaya başladı ve astronomi, kimya, fizik ve matematik üzerine bir dizi yazı yayınladı. Gökbilimci Pierre-Simon Laplace'ın “Göklerin Mekanizması” adlı kitabını İngilizce'ye çevirdi ve sonuçtan memnun kalmasa da, bu kitap yıllarca bir ders kitabı olarak kullanıldı. Somerville, Royal Astronomical Society'nin fahri üyelerinden biri olarak Caroline Herschel ile birlikte ilk iki kadından biriydi.

 

Maria Mitchell (1818 – 1889)

Genç Maria Mitchell, yıldızları ve gökyüzünü gözlemlemeyi babasından öğrendi.Mitchell 12 yaşındayken babasının tutulma zamanını kaydetmesine yardım etti. 17 yaşında, kendi kız okulunu açtı ve onlara fen ve matematik öğretti. Mitchell, teleskopuyla bulanık bir çizgiyi - bir kuyruklu yıldızı - gördüğünde 1847'de Amerikan gökbiliminin ön planına yerleşti. Dünya çapında onurlandırıldı ve Danimarka kralı tarafından madalya kazandı.

Amerikan Sanat ve Bilim Akademisine seçilen ilk bilim kadını oldu. Mitchell, 1857'de gözlemevlerini ziyaret etmek için Avrupa'ya gitti ve Mary Somerville de dahil olmak üzere birçok aydınla bir araya geldi. Mitchell, 1865 yılında Vassar Üniversitesi’nde Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ilk kadın astronomi profesörü oldu.Orada gözlemlerine, özellikle güneş gözlemlerine devam etti ve tutulmaya tanık olmak için 2.000 mil yol kat etti.

Lise Meitner (1878 – 1968)

Lise Meitner, 14 yaşındayken okulunu bitirdiğinde, Avusturya'daki tüm kızlar gibi, yüksek öğrenimden alıkonuldu. Fakat Meitner, William Röntgen ve Henri Becquerel'in keşiflerinden esinlenerek, radyoaktiviteyi araştırmaya kararlıydı. 21 yaşına geldiğinde, artık kadınların Avusturya üniversitelerinde eğitim almalarına izin verimişti. Viyana Üniversitesi'ne iki senelik kayıt yaptırdı; matematikte ve fizikte mükemmeldi ve 1906'da doktorasını verdi.

Marie Curie'ye yanında çalışmak istediğini yazdı, ancak Paris laboratuvarında onun için yer olmadığını öğrenen Meitner Berlin'e gitti. Orada Otto Hahn ile radyoaktif elementler çalışması üzerine iş birliği yaptı ancak Avusturyalı Yahudi bir kadın olarak (döneminde her üç nitelik de onun kabullenilmesini zorlaştıracak nitelikler) ana laboratuvarlardan ve konferanslardan çıkarıldı. Yalnızca bodrumda çalışmasına izin verildi.

1912'de çift, yeni bir üniversiteye taşındı ve Meitner'in burada daha iyi laboratuvar olanakları vardı. Ortaklıkları, 1938'de Nazi Almanyasından kaçmak zorunda kaldıklarında fiziksel olarak bölünmüş olsa da, iş birliğine devam ettiler. Bilim kadını Meitner çalışmalarını İsveç'te sürdürdü.

Irène Curie-Joliot (1897 – 1956)

Pierre ve Marie Curie'nin büyük kızı Irène, ailesinin laboratuvardaki ayak izlerini takip etti. 1925 doktorasını verdi. Ertesi yıl, bilimde öncü kadın olan annesinin Paris'teki Radyum Enstitüsündeki asistanlarından Frédéric Joliot ile evlendi. Irène ve Frédéric, atomun yapısı üzerinde araştırma yapmaya devam ederek, laboratuvar içinde iş birliğine devam ettiler.

1934'te azot, fosfor, silikon ve alüminyum izotopları üretmek için alüminyum, bor ve magnezyumu alfa parçacıklarıyla muamele ederek suni radyoaktiviteyi keşfettiler. Ertesi yılda kimya alanında Nobel Ödülü aldılar; Marie ve Irène, birbirlerinden bağımsız olarak Nobel kazanan ilk ebeveyn-çocuk çifti oldular. Irène 1956'da lösemi nedeniyle öldü.

 

 

 

 

Barbara McClintock (1902 – 1992)

1920'lerde Cornell Üniversitesi'nde botanik eğitimini sürdürürken Barbara McClintock, genetik ile ilk kez tanışmıştı. Lisans ve lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra ve doktora çalışmasında mısır hücrelerinin genetiği üzerinde yapılan çalışmalara öncülük etti. New York’ta yaşamaya başlamadan önce araştırmalarını California, Missouri ve Almanya'daki üniversitelerde sürdürdü. Mısır tanelerinin renklendirilebileceğini keşfettikten sonra, genlerin kromozomlar içinde ve arasında hareket edebileceğini belirledi. Bulgu, genetik konusunda geleneksel düşüncelerle uyuşmamasına ve göz ardı edilmesine rağmen, bilim kadını McClintock, mısırın Güney Amerika'daki kökenlerini incelemeye başladı.

1970'lerde ve 1980'lerin başında yeni geliştirilen moleküler teknikler, teorisini doğruladı ve bu "zıplayan genler (ing. Jumping genes)" mikroorganizmalar, böcekler ve hatta insanlarda de bulundu. McClintock 1981'de Lasker Ödülü, 1983'te ise Nobel Ödülü aldı.

 

 

Dorothy Hodgkin (1910 – 1994)

Dorothy Crowfoot (Hodgkin, 1937 yaptığı evlilikten sonra), Mısır Kahire'de bir Arkeolog bir İngiliz çiftin çocuğu olarak dünyaya geldi.Erkeklerle karma kimya eğitimi almasına izin verilen iki kızdan biriydi ve daha sonra İngiltere'ye eve gönderildi.

18 yaşında Oxford'un kadın kolejlerinden birine kayıt oldu ve kimya eğitimi aldı ve ardından bir molekülün üç boyutlu yapısını belirlemek için kullanılan X-ışını kristalografisini öğrenmek üzere Cambridge'e taşındı.1934'te Oxford'a geri döndü ve burada çalışma hayatının çoğunu geçirecek, kimya dersleri verecek ve biyolojik molekülleri incelemek için X-ışını kristalografisini kullanacaktı.1964'te Nobel Ödülüne layık görüldüğü tekniği mükemmelleştirmek için yıllarını harcadı ve penisilin, B12 vitamini ve insülin yapılarını belirledi.


 

Rosalind Franklin (1920 – 1958)

DNA'nın yapısının ortaya çıkarılmasında en önemli dellilerden olan 51 nolu fotoğrafı çekmiştir. Bilim kadını olmanın zorluklarını gençliğinden itibaren yaşamıştır. 1930'lu yıllarda, Rosalind Franklin genç bir kızken, fizik ve kimya eğitimi veren Londra'daki birkaç kız okulundan birine katıldı ancak babasına bir bilim insanı olmak istediğini söylediğinde babası bu fikri reddetti. Sonra ise babası ikna oldu. Franklin Cambridge Üniversitesi'nde fizikokimya dalında doktora yaptı.

Paris'te X-ışını kristalografi tekniklerini öğrendi ve 1951'de Londra'da John Randall laboratuvarında çalışmaya başlamak üzere İngiltere’ye döndü. Orada DNA'nın röntgen görüntüleri çıkardı.Yine DNA üzerine çalışan, Randall'ın laboratuvarındaki bir başka araştırmacı olan Maurice Wilkins, Franklin'in tamamlanmak üzere olan X-ray görüntülerinden birini izinsiz olarak James Watson'a gösterdi. Watson, yapının çift sarmal olduğunu çabucak anladı ve Francis Crick ile birlikte, bulguları Nature dergisinde yayınlandı. Watson, Crick ve Wilkins keşfi için 1962'de Nobel Ödülü kazandı. Ne yazık ki, Franklin, 1958'de yumurtalık kanseri nedeniyle ölmüştü.

 

Kaynakça

Oreskes, N. (1996). Objectivity or heroism? On the invisibility of women in science. Osiris, 11, 87-113.