Sincap denilince birçoğumuzun aklına öncelikle ağaç sincapları geliyor. Ancak ülkemizde yaşayan beş sincap türünden sadece ikisi ağaç sincabı: Sincap ve Kızıl Sincap. Diğer üçü ise yer sincabı: Anadolu yer sincabı, Toros yer sincabı ve Avrupa yer sincabı.Yer sincaplarını ve iklim değişikliğini, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi'nde Öğretim Üyesi olan Doç. Dr. Hakan Gür ile bir söyleşi yaparak konuştuk. Doç. Dr. Hakan Gür, 1993-2007 yılları arasında lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora çalışmaları, sırasıyla, Anadolu yer sincaplarının populasyon biyolojisi ve biyocoğrafyası ile ilgilidir. 2008 yılında Ahi Evran Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü’ne atanan Gür, 2009 yılında “Richardson yer sincaplarının yaşam öyküsü özellikleri ve fenolojisi üzerine iklimsel etkiler” başlıklı çalışması ile Lethbridge Üniversitesi (Alberta, Kanada), Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyolojik Bilimler Bölümü’nün ‘Karasal Ekoloji Doktora Sonrası Araştırma Bursu’nu kazandı. Doç. Dr. Hakan Gür, son yıllarda, genel olarak yer sincaplarının ekolojisi ve biyocoğrafyası üzerine yaptığı çalışmalarını, moleküler filocoğrafya ve ekolojik niş modellemesi yaklaşımlarını kullanarak, küresel iklim değişikliklerinin omurgalı türlerinin coğrafi dağılımını ve genetik yapısını nasıl etkilediği/etkileyeceği üzerine yoğunlaştırdı. Doç. Dr. Hakan Gür, Doç. Dr. Mutlu Kart Gür ile birlikte, aynı zamanda Anadolu Biyocoğrafyası Araştırma Grubu altında, Anadolu’nun coğrafi ve iklimsel çeşitliliğinin biyolojik yaşamını nasıl şekillendirdiğini anlamaya çalışıyor.
- Biyocoğrafya kavramı neyi ifade ediyor?
Başlıca iki temel alan (ekoloji ve biyocoğrafya) ile ilgili çalışma yaptığını belirten Doç. Dr. Hakan Gür, bu soruyu önce ekolojiyi tanımlayarak yanıtladı: “Ekoloji, canlıların çevreleriyle etkileşimlerini inceler. Biyocoğrafya ise, genlerden biyomlara kadar coğrafi dağılım örüntülerini inceler. Örneğin, şu tür sorular sorar: Neden başka bir yerde değil de, bulundukları yerde bulunurlar? Nasıl bulundukları yere ulaşmışlardır? Çünkü genler, türler ve ekosistemlerin dünya üzerindeki coğrafi dağılımı düzenli değildir. Örneğin, her tür dünya üzerinde her yerde yaşamaz. Bu, biyolojik çeşitliliğin dünya üzerindeki coğrafi dağılımının da düzenli olmadığı anlamına gelir. Yani, bazı bölgeler, daha yüksek bir biyolojik çeşitliliğe sahiptir. Örneğin, Anadolu!”
Anadolu biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin
Doç. Dr. Hakan Gür, Hilal Bardakcı’nın sorularını yanıtladı.
- Bu anlamda, Anadolu’yu biyolojik çeşitlilik açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Doç. Dr. Hakan Gür:“Böyle kapsamlı bir soruya kısa bir cevap verebilmek için, biyolojik çeşitlilik sıcak noktalarıkavramını kullanacağım. Bu nedenle, ilk olarak bu kavramı açıklamalıyım. Bir bölgenin biyolojik çeşitlilik sıcak noktası olarak tanımlanabilmesi için, iki katı ölçütü sağlaması gerekir. Bu ölçütler şunlardır: (1) En az 1500 endemik damarlı bitki türüne ev sahipliği yapmalı; diğer bir deyişle, yeri doldurulamaz, eşsiz olmalıdır. (2) Özgün doğal vejetasyonunun en az %70’ini kaybetmiş; diğer bir deyişle, tehdit altında olmalıdır. Dünyada bu ölçütleri sağlayan 36 biyolojik çeşitlilik sıcak noktası vardır. Bu sıcak noktalardaki ormanlar ve diğer kalıntı habitatlar, yeryüzünün sadece %2.4’ünü kaplar, ancak endemik bitki türlerinin yarısından fazlasına, iki yaşamlı, sürüngen, kuş ve memeli türlerinin ise yaklaşık %43’üne ev sahipliği yapar.Anadolu, dünyadaki 36 biyolojik çeşitlilik sıcak noktasından üçünün karşılaştığı ve etkileştiği biyocoğrafi olarak ilginç bölgedir. Bu sıcak noktalar şunlardır: (1) Akdeniz Havzası, (2) İran-Anadolu ve (3) Kafkasya. Yani, Anadolu, sahip olduğu biyolojik çeşitlilik açısından yeri doldurulamaz, ancak zaten özgün doğal vejetasyonunun çoğunu kaybetmiş, yoğun tehdit altında olan bir bölgedir. Anadolu’nun bu yüksek biyolojik çeşitliliği, belli ölçüde Avrupa, Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın bağlantı noktasındaki konumu ve geçmişteki ve günümüzdeki jeolojik ve iklimsel dinamikler ile ilişkilidir.”
- Peki, biyolojik çeşitliliği tehdit eden faktörler nelerdir? Bu açıdan, Anadolu’daki durumu nasıl özetlersiniz?
Doç. Dr. Hakan Gür: “Bu soruya ‘Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Servisleri üzerine Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu’nun son küresel değerlendirme raporuna değinerek cevap vermek isterim. Bu rapora göre, biyolojik çeşitliliği tehdit eden faktörler, azalan önem sırasına göre, şunlardır: (1) Arazi ve deniz kullanımı, (2) Organizmaların doğrudan kullanımı, (3) İklim değişikliği, (4) Kirlilik ve (5) İstilacı türler. Anadolu, yaklaşık 10 bin yıl önce tarım ve hayvancılığın ve yerleşik yaşama geçişin ilk başladığı coğrafya içinde konumlanıyor. Böylece, bu faktörlerin en azından bazılarının etkilerine en uzun süredir açık olan coğrafyalardan biri!”
İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik için önemli bir tehdittir
- İklim değişikliğinin biyolojik çeşitliliği tehdit eden önemli faktörlerden biri olduğunu söylediniz. İklim değişikliği konusunda neden kaygılanmalıyız?
Doç. Dr. Hakan Gür:“İklim, hem Dünya’da hem de Türkiye’de değişti (sıcaklıklar arttı ve yağış örüntüleri değişti) ve değişmeye devam edecek (sıcaklıklar artmaya ve yağış örüntüleri değişmeye devam edecek). Örneğin, 1880’den sonra yaşanan en sıcak 19 yılın (1998 yılı hariç) 18’i, 2001 yılından sonra gözlenmiştir. Küresel sıcaklığın, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına kadar, ortalama 1.0 ila 3.7 C arasında artması öngörülmektedir. Bu değişiklikler, insan faaliyetlerinin, özellikle de fosil yakıt kullanımı sonucu antropojenik sera gazlarının atmosferik yoğunluğundaki artış nedeniyledir. Ancak iklim değişikliği yeni bir şey değildir. Örneğin, Kuvaterner (yaklaşık 2,6 milyon yıl öncesinden günümüze kadar geçen devir), birçok buzul-buzullararası döngülere ve bu döngülere eşlik eden küresel iklim değişikliklerine sahne olmuştur. Biyolojik bilimlerin penceresinden bakacak olursak, iklim değişikliği, organizmadan biyoma kadar biyolojik çeşitliliğin tüm bileşenlerini etkiler ve biyolojik çeşitlilik için önemli bir tehdittir. Yakın geçmişteki iklim değişikliğinin, türlerin dağılımlarını, aktivitelerini, göçlerini, bolluklarını ve tür etkileşimlerini değiştirdiğini biliyoruz. Geçmiş iklim değişikliklerini düşündüğümüzde, içinde bulunduğumuz yüzyılda gerçekleşecek iklim değişikliğini daha da önemli kılan, gerçekleşmesi öngörülen iklim değişikliğinin, bazı tahminlere göre, omurgalılar arasında gözlenen iklimsel niş evrim hızından en az 10 bin kat daha hızlı olmasıdır. Yani, yakın gelecekteki iklim değişikliğine uyum (iklimsel nişin takip edilmesi hariç), omurgalıların iklimsel nişlerini daha önce görülmemiş bir hızda değiştirmesini gerektirecektir. Bu, birçok tür için mümkün olmayacaktır.”
- İklim değişikliği konusunda kaygılanmamızı gerektiren başka nedenler var mı?
Doç. Dr. Hakan Gür:“Evet, var. Türler, iklim değişikliğine yerlerini (yani, coğrafi dağılımlarını) değiştirerek ve/veya değişen çevresel koşullara uyum/uyarlanma yoluyla (örneğin, iklimsel nişlerini, biyolojik olayların zamanlamasını değiştirerek) cevap verir. Bu cevapları veremezlerse, yok olurlar. İklim değişikliğine verilen en hızlı cevap, yer değiştirmektir. Ancak arazi kullanımı (örneğin, bozkırların tarımsal alanlara dönüştürülmesi) nedeniyle, türlerin yaşam alanlarını/habitatlarını yok ediyoruz ve varolanların da birbirleriyle bağlantısını koparıyoruz. Yani, arazi kullanımı, hem habitat kaybına hem de habitat parçalanmasına neden oluyor. Böylece, türlerin iklim değişikliğine cevap olarak yer değiştirmesini engelliyoruz ya da iyimser bir tahminle zorlaştırıyoruz. Arazi kullanımı ile birlikte, biyolojik çeşitliliği tehdit eden diğer faktörlerin de, iklim değişikliğinin biyolojik çeşitlilik üzerindeki olumsuz etkilerini arttırdığını söyleyebiliriz.”
- Geçtiğimiz günlerde Anadolu’da çizgili sırtlanın dağılımına bakarken, Suriye sınırına yapılan güvenlik duvarı dikkatimi çekti. Bu duvar, güneydeki çizgili sırtlanların ülkemize, ülkemizdekilerin ise oraya geçmesini engelliyor olmalı. Bu da, sanırım benzer bir örnek.
Doç. Dr. Hakan Gür: “Evet. Habitat parçalanmasına örnek olarak verebiliriz. Habitat parçalanması da, zaten türlerin yaşam alanları arasındaki hareketini engelleyen ya da zorlaştıran bir faktördür. İklim değişikliğine bağlı olarak, iklimsel koşullar, çok genel olarak güneyden kuzeye doğru yer değiştirecektir. Böylece, iklim değişikliğine yerlerini değiştirerek cevap verecek olan türler, kuzeye doğru hareket edecektir. Şu an daha güneyde yaşayan, ancak ülkemizde yaşamayan türleri, yakın gelecekte bu harekete bağlı olarak ülkemizde görmek mümkün olacaktır. Ancak bu duvar, bu hareketi engelleyecek ya da zorlaştıracaktır.”
- Tüm bu tartıştıklarımız açısından Anadolu yer sincabına değinmek istiyorum. Ancak ilk olarak kendisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Doç. Dr. Hakan Gür: “Anadolu yer sincabı, yerel adıyla Gelengi, ülkemizde yaşayan üç yer sincabı türünden biridir. Diğer iki tür, Avrupa yer sincabı ve Toros yer sincabıdır. Anadolu yer sincabı, iç ve doğu Anadolu, batı Ermenistan ve kuzeybatı İran’ın bozkırlarında yaşar. Toprak altında uyuyan ve kışı geçiren, toprak üstünde ise beslenen gündüzcül ve kış uykusuna (hibernasyona) giren küçük bir memeli türüdür. Coğrafi dağılımının çok büyük bir kısmı Anadolu’da olduğu için, aslında neredeyse Anadolu’ya endemiktir.”
- Peki, Anadolu yer sincabı ile ilgili ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Doç. Dr. Hakan Gür: “Doç. Dr. Mutlu Kart Gür ile birlikte, Anadolu yer sincabı ile ilgili yaptığımız çalışmalar, temel olarak fizyolojik ekoloji, ekoloji ve biyocoğrafya çatısı altında toplanıyor ve yaklaşık 20 yıla yayılıyor. Bu çalışmalar, hem Anadolu yer sincabını yaşadığımız coğrafyanın en iyi bilinen memeli türlerinden biri haline getiriyor hem de Anadolu’nun coğrafi ve iklimsel çeşitliliğinin biyolojik yaşamını nasıl şekillendirdiğini merak etme nedenimiz. Son yıllarda yaptığımız çalışmaları, Toros yer sincabını içerecek şekilde genişlettik. Yeri gelmişken değineyim. Toros yer sincabı, Toros Dağları’nda, özellikle Geyik Dağları’nda yaşar. Tamamen ülkemize endemik ve görece dar bir coğrafi dağılıma sahip olması açısından önemli bir türdür.Özellikle fizyolojik ekoloji ve ekoloji açısından yaptığımız çalışmalar, bir alanda yaşayan tüm Anadolu yer sincabı bireylerinin izlenmesini içeriyor. Bunun için, ilk olarak çalışma alanında yaşayan tüm bireyleri, canlı yakalama tuzakları ile yakalıyor ve her iki kulağından çelik markalar ile kalıcı olarak kimliklendiriyoruz. Daha sonra, bu bireyleri, belirli aralıklar ile yakalamaya devam ederek, aktif sezon (yer sincaplarının kış uykusunda olmadığı dönem) boyunca izliyoruz. Ayrıca, her yaş ve eşey grubunu temsil edecek şekilde, aktif sezon boyunca izlediğimiz bireylerden bazılarının kış uykusunu inceliyoruz. Bunun için, bu bireylerin vücut sıcaklıklarını kış uykusu boyunca vücut içine yerleştirdiğimiz sıcaklık üniteleri ile izliyoruz. Bu kapsamda, birbirine uzaklığı yaklaşık 900 km olan iki ayrı popülasyonda (Gölbaşı, Ankara ve Merkez, Kars) kış uykusunu inceledik. Kars’ta gerçekleştirdiğimiz çalışmalara, Aksaray Üniversitesi, Biyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Tolga Kankılıç da katıldı. Böylece, Anadolu yer sincabı, şu an Kuzey Amerika dışında kış uykusu tamamen doğal koşullarda iki ayrı popülasyonda incelenen tek tür. Bu çalışmaların, ülkemizde benzer ekolojik çalışmalar çok az olduğu (hatta neredeyse olmadığı) ve özellikle fizyolojik ekoloji açısından tamamen doğal koşullarda gerçekleştirildiği için, oldukça değerli olduğunu düşünüyoruz.”
Anadolu yer sincabı kış uykusunda vücut sıcaklığını 30 °C’nin üzerinde düşürüyor
- Kış uykusu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Doç. Dr. Hakan Gür: “Anadolu yer sincapları, hava koşullarının sert ve besin kaynaklarının öngörülebilir şekilde sınırlı olduğu kış aylarında enerjisini korumak için, her yıl zorunlu olarak kış uykusuna girer. Vücut sıcaklıklarını, kış uykusu sırasında yılın en soğuk zamanında 30°C 'nin üzerinde düşürürler. Kış uykusunda geçirdikleri süre, Erzurum-Kars Platosu’nda 7.1-8.4, iç Anadolu’da ise 5.3-7.4 aydır. Bu süre boyunca enerji gereksinimlerini, temel olarak kış uykusu öncesinde depoladıkları yağ rezervlerinden karşılarlar.”
Anadolu yer sincabı, özellikle de fosil yakıt kullanımındaki bugünkü artış devam ederse, 21. yüzyılda yaşam alanlarının çoğunu kaybedebilir
- Son olarak, asıl konumuza, Anadolu yer sincabı ve iklim değişikliği konusuna gelelim. Neler söylemek istersiniz?
Doç. Dr. Hakan Gür: “Bu soruya biraz daha detaylı ve uzun cevap vermek isterim. Biyocoğrafya açısından yaptığımız çalışmalar, özellikle iklim değişikliği biyolojisi ile ilişkilidir. İklim değişikliği, biz biyologlar açısından da önemli bir sorundur. Daha önce değindiğim gibi, iklim değişikliği, organizmadan biyoma kadar biyolojik çeşitliliğin tüm bileşenlerini etkiler ve biyolojik çeşitlilik için önemli bir tehdittir. Ancak, ülkemizde iklim değişikliği biyolojisi çalışmaları, halen çok az. Yaptığımız biyocoğrafi çalışmalar ile hem bir nebze olsun bu boşluğu doldurmaya hem de iklim değişikliğine dikkati çekmeye gayret ediyoruz. Çok basit bir şekilde ifade edecek olursak, Anadolu yer sincaplarının nerelerde yaşadığını kayıt altına alıyoruz. Bu sırada, genetik çalışmalar için de doku örneği topluyoruz. Bugüne kadar, 700’ün üzerinde Anadolu yer sincabı popülasyonunu kayıt altına aldık. Bu kayıtları, tür dağılım modellemesi yöntemini kullanarak, Anadolu yer sincabının iklim ile olan ilişkisini çözümlemek için de kullanıyoruz. Tür dağılım modellemesi, iklim değişikliğinin biyolojik sistemler üzerindeki etkisini çalışırken en yaygın kullanılan yöntemlerden biridir ve iklim değişikliği açısından hem geçmişi anlamamıza hem de geleceği öngörmemize izin verir. Yaptığımız çalışmalar, Anadolu yer sincabının coğrafi dağılımını büyük oranda iklimin şekillendirdiğini gösteriyor. Bu, Anadolu yer sincabını iklim değişikliği açısından önemli bir tür haline getiriyor. Özellikle geleceği öngörmek açısından elde ettiğimiz ön sonuçlar, günümüzde Anadolu’nun daha soğuk ve kurak bölgelerinde yaşayan Anadolu yer sincabının, özellikle de fosil yakıt kullanımındaki bugünkü artış devam ederse, 21. yüzyılda bu bölgelerdeki iklimsel koşulların daha sıcak ve kurak olması nedeniyle, yaşam alanlarının çoğunu kaybedeceğini öngörmektedir. Bu, yer sincaplarının hem besin ağında (birçok avcı hayvan için önemli bir av olması vb.) hem de ekosistem mühendisi (toprak altındaki yuva sistemlerinin başka canlılar tarafından kullanılması vb.) olarak oynadığı ekolojik roller düşünüldüğünde, bozkır ekosistemini olumsuz etkileyecektir. Oluşturduğumuz kayıtlar, geleceğin bilim insanlarına hem bir taksonun gözünden bugünün Anadolu'sunun durumunu görmesine ve kendi dönemi ile kıyaslamasına hem de öngörülerimizi sınamasına izin verecektir. Kısacası, tartışılan açıdan bizlerin elinde olmayan imkânları, geleceğin bilim insanları açısından bir nebze olsun yaratabilirsek mutlu olacağız. Şüphesiz, Anadolu yer sincabının habitatının tarımsal faaliyetler sonucu parçalanması, iklim değişikliğinin öngörülen olumsuz etkilerini arttıracaktır. Bu ön sonuçlar bile, Anadolu yer sincabı özelinde yapılan bu çalışmaların farklı biyolojik sistemleri içerek şekilde yaygınlaşması gerektiğini ortaya koymaktadır. Farklı biyolojik sistemler için acilen habitat kaybının/parçalanmasının ve iklim değişikliğinin etkilerinin değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu nedenle, benzer çalışmaları, Toros yer sincabına da taşıdık ve yelpazeyi genişletmeye çalışıyoruz. Nihai amacımız, biyolojik çeşitlilik veri tabanlarına destek vermektir. Çünkü Anadolu yer sincabı özelinde yaptığımız çalışmaları yaygınlaştırmanın ön şartlarından biri, ulusal biyolojik çeşitlilik veri tabanlarıdır.” Son olarak, Doç. Dr. Hakan Gür, vatandaşların da yer sincaplarının coğrafi dağılımı ile ilgili veri sağlayabileceği bir uygulama üzerinde çalışmayı planladığını söyledi.Anadolu Biyocoğrafyası Araştırma Grubu - Facebook grubu